12 Ağustos 2011 Cuma

Foucault Sarkacı

Saatlerin geçmesine karşı koyarak, orada uzun süre kalıp o kuş kafasına o mızrak ucuna, o başaşağı edilmiş miğfere, astigmatik çemberinin karşıt noktalarına teğet geçerek, boşlukta kendi köşegenlerini çizerken gözlerimi dikip baksaydım, olmayacak bir yanılgının kurbanı olurdum; çünkü, Sarkaç'ın salınım düzleminin yassılmış bir elips -enlemin sinüsüyle orantılı, değişmeyen bir açısal hızla kendi çevresinde dönenbir elips- çizerek tam bir dönüş yapıp otuz iki saatte başlangıç noktasına döneceğine inanırdım. Ucu Süleyman'ın Tapınağı'nın kubbesine tespit edilmiş olsaydı nasıl dönerdi acaba? Belki Şövalyeler orada da denemişlerdir. Belki de hesap, son anlam değişmezdi. Belki de Saint-Martin-des-Champs Manastırının kilisesi gerçek Tapınak'tı. Gene de, deney yalnızca kutupta kusursuz olurdu: asılma noktasının dünyanın dönüş ekseninin uzantısı üzerinde bulunduğu, Sarkaç'ın görünür dönümünü yirmi dört saatte gerçekleştireceği biricik yerde.
Ama bu, Yasa'dan sapma -Yasa'nın kendisi öngörüyordu bunu- yüce bir kuralın çiğnenişi, mucizeyi daha az olağanüstü kılmıyordu. Dünyanın döndüğünü biliyordum; onunla birlikte benim de Saint-Martin-des-Champs'ın da Paris'in de. Hepimiz birlikte Sarkaç'ın altında dönüyorduk, gerçekte kendi düzleminin yönünü hiç değiştirmeyen Sarkaç'ın; çünkü orada, yukarıda asılı olduğu yerden, yukarıya, en uzak gökadalara doğru, telin düşüncedeki sonsuz uzantısı üstünde, Sabit Nokta, sonsuza dek kımıltısız duruyordu.
Dünya dönüyordu, ama telin tutturuduğu yer evrenin biricik sabit noktasıydı.
Böylece, bakışlarım yeryüzünden çok, yukarıya, mutlak kımıltısızlığın gizinin kutlandığı yere doğru yöneliyordu. Sarkaç bana diyordu ki, her şey, yerküre, güneş dizgesi, bulutsular, kara delikler, ilk eonlardan en yapışkan maddeye dek büyük kozmik yayılmadan türeyen her şey dönerken, bir tek nokta, evreni kendi çevresinde dönmeye bırakarak, kımıltısız alır: bir menteşe, bir civata, kusursuz bir kanca gibi. Ben de şimdi bu yüce yaşantıya katılıyordum; her şeyle, hepsiyle birlikte ben de dönüyordum; ama, O'nu Kımıldamayan'ı, Kaya'yı, Güvence'yi görebiliyordum: nesne olmayan, görmeyen, işitmeyen, duyularla algılanamayan, zaman ya da uzam içinde yer almayan, biçimi, ağırlığı, niceliği ya da niteliği olmayan, ruh, us, imgelem, düşünce, sayı, düzen, ölçü, öz, sonsuzluk olmayan, ne karanlık ne de aydınlık, ne yanılgı ne de gerçek olan apaydınlık sisi görebiliyordum.
Umberto Eco
Foucault Sarkacı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder