-
Ebedi Faşizm
·
Kök faşizm ya da ebedi faşizm diye
adlandıracağım olgunun bir dizi tipik özelliğini ortaya koymanın olanaklı olduğunu
düşünüyorum. Bu özellikler bir sistem oluşturmaz; çoğu birbiriyle çelişir ve
başka despotluk ya da fanatizm biçimlerinde de görülür. Ancak herhangi birinin
varlığı, bir faşizm gölgesinin oluşması için yeterlidir.
1-
Kök-faşizmin ilk özelliği, gelenek kültüdür.
Gelenekçilik, faşizmden çok daha eskidir. Fransız Devrimi’nden sonraki karşı
devrimci Katolik düşüncenin tipik bir özelliği olmakla birlikte, klasik Yunan
rasyonalizmine bir tepki olarak Helenistik dönemin sonlarında doğmuştur.
Akdeniz havzasında değişik dinlere mensup halklar(bu
dinlerin hepsi Roma panteonuna hoşgörüyle kabul edilmiştir.), insanlık
tarihinin başlarından alınmış bir vahyi düşlemeye başlamışlardı. Uzun bir süre,
çoktan unutulmuş dillerin örtüsü altında yatan bu vahyin Mısır
hiyerogliflerinde, Keltlerin runik yazılarında, henüz bilinmeye Asya dinlerinin
kutsal metinlerinde saklı kaldığı varsayılıyordu.
Bu yeni kültürün senkretist olması gerekiyordu.
Sözlüklerdeki tanımının gösterdiği gibi “senkretizm” yalnızca “değişik inanç ve
uygulama biçimlerinin bileşimi” değildir. Böyle bir bileşimin çelişkileri hoş
görmesi de gereklidir. Özgün mesajların hepsi bir bilgelik tohumu içerir ve
farklı ya da bağdaşmaz şeyler söylüyor gibi görünmeleri, hepsinin alegorik
olarak bir ilksel hakikate gönderme yapmasındandır.
Dolayısıyla, bilgelikte ilerleme olanaksızdır. Hakikat
bir kez açıklamış olup bu açıklama sonsuza dek geçerlidir; bizim tek
yapabileceğimiz şey, bu anlaşılması güç mesajı yorumlamayı sürdürmektir. Önde
gelen gelenekçi düşünürleri bulmak için faşist hareketlerin programlarına bir
bakmak yeter. Nazi bilgisi gelenekçi, senkretist, okült öğelerden besleniyordu.
Yeni İtalyan sağının en önemli kuramsal kaynağı Julius Evola’da, Kutsal Kâse
ile Sion Bilgelerinin Protokolleri, simya ile kutsal Roma ve Germen
imparatorluğu iç içe geçer. İtalyan sağının, açık fikirliliğini göstermek için,
son zamanlarda programına De Maistre, Geunon ve Gramsci’nin eserlerini de
katması, senkretizmin açık bir kanıtıdır.
Amerikan kitapçılarının “New Age”(Yeni Çağ) başlıklı
raflarına bir göz atarsanız, bildiğim kadarıyla faşist olmayan Aziz
Augustinus’u bil bulabilirsiniz. Ama Aziz Augustinus’la Stonehenge’i
birleştirmek, işte bu kök-faşizmin belirtisidir.
2-
Gelenekçilik, modernizmin reddi anlamına gelir.
Hem faşistler, hem Naziler teknolojiye tapıyordu; oysa gelenekçi düşünürler, geleneksel
ruhsal değerlerin yadsınması olarak gördükleri teknolojiyi genellikle
reddederler. Ne var ki, Nazizm sanayideki başarılarından gurur duymuş olsa da,
modernizme düzdüğü övgü “kan ve toprak”(Blut und Boden) üzerine kurulu bir
ideolojinin yalnızca yüzeysel bir yönüydü. Modern dünyanın reddi kapitalist
yaşam tarzının eleştirisiyle kamufle edilmişti; ama asıl reddettiği 1789
ruhuydu(ve elbette 1776 ruhu). Aydınlanma, Akıl Çağı, modern çürümüşlüğün
başlangıcı olarak görülüyordu. Bu anlamda kök-faşizm, “irrasyonalizm” olarak
tanımlanabilir.
3-
İrrasyonalizm, eylem için eylem kültün de
dayalıdır. Eylem kendi başına güzeldir, öyleyse hiçbir biçimde önceden üzerinde
düşünülmeksizin gerçekleştirilmelidir. Düşünme,
bir tür kısırlaşmadır. Bu yüzden eleştirel tavırlarla özdeşleştiği
sürece, kültür kuşkulu bir olgudur. Goebbels’e atfedilen “ne zaman kültürden
söz edildiğini duysam, tabancamı çekerim” sözünden, “domuz entelektüeller”,
“yumurta kafalılar”, “radikal züppeler”, “üniversiteler komünist yuvasıdır”
gibi sık sık kullanılan ifadelere varıncaya kadar, entelektüel dünyaya karşı
güvensizlik, her zaman kök-faşizmin bir belirtisi olmuştur. Resmi faşist
entelektüeller, modern kültürü ve liberal aydınları geleneksel değerleri terk
etmekle suçlamayı görev bilmişlerdir.
4-
Hiçbir senkretizm biçimi, eleştiriyi kabul
etmez. Eleştirel anlayış, ayrımlar yapar ve ayırım yapmak modernizmin bir
göstergesidir. Modern kültürde bilim camiası, görüş ayrılığını bilgilerimi
geliştirmenin bir yolu olarak görür. Kök faşizme göre görüş ayrılığı ihanettir.
5-
Ayrıca, görüş ayrılığı, çeşitliliğinin de bir
göstergesidir. Kök-faşizm ise, farklılığın yarattığı doğal korkuyu kullanıp
abartarak görüş birliği arar. Faşist ya da başlangıç aşamasındaki faşist bir
hareketin ilk çağrısı, uyumsuzlara karşıdır. Dolayısıyla kök-faşizm tanımı
gereği ırkçıdır.
6-
Kök-faşizm, bireysel ya da toplumsal düş
kırıklığından doğar. Bu yüzden, tarihsel faşizmin en tipik özelliklerinden
biri, ekonomik bir bunalım ya da siyasal bir aşağılanmadan rahatsızlık duyan ve
toplumun alt kesimlerinin baskısından korkan düş kırıklığı içindeki “orta
sınıflara” çağrıda bulunmasıdır. Eski “proleterler”in küçük burjuvalaştığı(ve
lümpenlerin siyaset sahnesinden çekildiği) günümüzde, faşizm yandaşları bu yeni
çoğunlukta bulacaktır.
7-
Kök-faşizm, toplumsal bir kimlikten yoksun
insanlara biricik ayrıcalıklarının herkesin paylaştığı ayrıcalık olduğunu –aynı
ülkede doğmuş olmak- olduğunu söyler. “Milliyetçilik”in kökeni budur. Ayrıca,
bir ulusa kimlik verebilecek tek bir grup vardır: düşmanlar. Bu nedenle,
kök-faşizm ideolojisinde, olasılıkla uluslararası nitelikli bir komplo
saplantısı vardır. Faşizmin yandaşları kendilerini kuşatılmış hissetmelidir.
Komployu açığa çıkarmanın en kolay yolu da, yabancı düşmanlığına başvurmaktır.
Ama komplonun köklerinden biri de içeride olmalıdır; çoğu zaman Yahudiler, aynı
anda hem içerideki hem dışarıda olmak gibi bir avantaja sahip oldukları için,
en iyi hedefi oluştururlar. ABD’de komplo saplantısının son örneği, Pat
Robertson’un The New World Order adlı kitabıdır.
8-
Faşizm yandaşları kendilerini, düşmanların
gösterişle sergilenen zenginliğinden ve gücünden aşağılanmış hissetmelidirler. Çocukluğumda
bana İngilizlerin “günde beş öğün yemek yiyen halk” olduğu öğretilmişti; daha
yoksul ama ölçülü İtalyanlardan daha sık yemek yerlermiş. Yahudiler zengindir
ve gizli bir dayanışma ağı sayesinde yardımlaşırlar. Gelgelelim, yandaşlar,
düşmanları yenebileceklerinden de emin olmalıdırlar. Böylece, retorik ayarın
sürekli değiştirilmesiyle, düşmanlar hem çok güçlü, hem de çok zayıf
gösterilir. Faşist rejimler, yapıları gereği düşmanın gücünü nesnel olarak
değerlendirmekten aciz oldukları için, savaşları kaybetmeye mahkûmdurlar.
9-
Kök-faşizme gör yaşamak için mücadele edilmez,
“mücadele etmek için” yaşanır. Barışseverlik düşmanla işbirliği demektir;
barışseverlik kötüdür, çünkü yaşam sürekli bir savaştır. Gene de bu tutum bir
mahşer kompleksini de beraberinde getirir; düşmanları yenilgiye uğratmak
zorunlu be olanaklı olduğuna göre, faşist hareketin dünyanın egemenliğini eline
geçireceği nihai bir savaş kaçınılmazdır. Böyle bir nihai çözüm, ardından bir
barış döneminin, sürekli savaş ilkesiyle çelişen bir Altın Çağ’ın gelmesi
demektir. Hiçbir faşist lider bu çelişkiyi çözmeyi başaramamıştır.
10- Seçkincilik
her gerici ideolojinin tipik yönlerinden biridir, çünkü temel olarak
aristokratik bir tutumdur. Tarih boyunca, bütün aristokratik ve militarist
seçkincilikler zayıfların hor görülmesi anlamına gelmiştir. Kök-faşizm, “halkçı
bir seçkincilik”i savunmazlık edemez. Her yurttaş dünyanın en iyi halklarından
birine mensuptur, parti üyeleri en iyi yurttaşlardır, her yurttaş bir partinin
üyesi olabilir(ya da olmalıdır). Oysa avam sınıfı olmadan, soylu sınıfı da
olamaz. İktidarı demokratik yoldan değil, zorla ele geçirdiğini çok iyi bilen
lider, gücünün kitlelerin zayıflığından kaynaklandığını da bilir. O kadar
zayıftır ki kitleler, bir egemene gereksinme duyarlar. Grup, (askeri modele
göre)hiyerarşik olarak örgütlenmiş olduğundan, her alt yönetici kendi
altındakilere tepeden bakar, onlardan her biri de kendi altındakileri hor
görür. Bu da kitlesel seçkincilik duygusunu güçlendirir.
11- Böyle
bir bakış açısından, herkes kahraman olmak üzere eğitilir. Her mitolojide
“kahraman” sıradışı bir varlıktır; oysa kök-faşizm ideolojisinde kahramanlık
olağandır. Bu kahramanlık kültü, ölüm kültüyle yakından bağlantılıdır;
falanjistlere özgü sloganın “Viva la muerte!”(Yaşasın Ölüm) olması bir rastlantı
değildir. Normal insanlara ölümün tatsız bir şey olmakla birlikte,
ağırbaşlılıkla karşılanması gerektiği söylenir; inançlılara ise ölümün doğaüstü
bir mutluluğa ulaşmanın acılı bir yolu olduğu belirtilir. Buna karşılık,
kök-faşist kahraman, kahramanca bir yaşamın en güzel olduğu söylenen ölümü
arzular. Kök-faşist kahraman, ölmek için sabırsızlanır. Şunu da belirtelim ki,
bu sabırsızlığıyla daha çok başkalarının ölümüne yol açar.
12- Sürekli
savaş da, kahramanlık da oynanması zor oyunlar olduğundan, kök-faşist irade
gücünü cinsel konulara aktarır. Kadınları küçük görmek ve bekârlık yemininden
eşcinselliğe sıradışı cinsel alışkanlıkları mahkûm etmek demek olan
machismo’nun kökeni budur. Cinsellik de oynanması zor oyunlardan biri olduğu
için, kök-faşist kahraman fallusun ikamesi silahlarla oynar; onun savaş
oyunları sürekli bir penis hasedinden kaynaklanır.
13- Kök-faşizm,
nitel bir halkçılığa dayanır. Demokrasilerde yurttaşlar bireysel haklara sahip
olmakla birlikte, bir bütün olarak ancak nicel bir siyasal etkileri
vardır(çoğunluğun kararına uyulur). Kök-faşizme göre bireylerin birer birey
olarak hakları yoktur; “halk” bir nitelik olarak, “ortak irade”yi ifade eden
tekparça bir varlık olarak algılanır. Sayısı ne olursa olsun hiçbir çoğunluk
ortak bir iradeye sahip olamayacağından, lider onların sözcüsü gibi davranır.
Yurttaşlar, temsil güçlerini yitirdiklerinden, eylemde bulunmazlar; onlardan
yalnızca halk rolünü üstlenmeleri istenir. Dolayısıyla, halk teatral bir
kurgudur. Nitel halkçılığa iyi bir örnek vermek için, artık Roma’daki Venedik
Meydanı’na ya da Nürnberg Stadyumu’na ihtiyacımız yok. Gelecekte bizi nitel bir
televizyon ya da internet halkçılığı bekliyor; bu halkçılıkta, seçilmiş bir
yurttaşlar grubunun duygusal tepkisi “halkın sesi” olarak sunulup kabul
edilebilecektir. Nitel halkçılığı dolayısıyla, kök-faşizm “çürümüş” parlamenter
yönetimlere karşı olmak zorundadır. Mussolini’nin İtalyan parlamentosunda
söylediği ilk sözlerden biri şu olmuştur: “Bu ruhsuz ve renksiz yeri, askeri
birliklerim için bir ordugâha dönüştürebilirdim.” Aslına bakılırsa, Mussolini
askerleri için hemen daha iyi bir yer bulmuş; ama kısa bir süre sonra
parlamentoyu feshetmiştir. E zaman bir siyasetçi artık halkın sesini temsil
etmediği gerekçesiyle, parlamentonun meşruluğuna kuşku düşürürse, kök-faşizmin
kokusunu duyabiliriz.
14- Kök-faşizm,
Newspeak(yeni-dil) dilini konuşur. 1984 romanında kullanmak üzere Orwell’in
icat ettiği yeni-dil, İngiliz sosyalizmi anlamına gelen İngsoc’un resmi
dilidir. Bununla birlikte, kök faşizme özgü öğeler değişik diktatörlük
biçimlerinin hepsinde ortaktır. Tüm Nazi ya da faşist okul kitaplarında,
karmaşık ve eleştirel akıl yürütmenin araçlarını sınırlandırmak üzere, son
derece kısıtlı bir sözcük dağarcığı ve ilkel bir sözdizimi temel alınıyordu.
Ama, masum bir talk-show biçimini aldığında bile yeni-dilin başka biçimlerini
teşhis etmeye hazırlıklı olmanız gerekir.
25 Nisan 1995
Umberto Eco