30 Ağustos 2013 Cuma

23 sentlik Asker


mister dallas,
sizden saklamak olmaz,
hayat pahalı biraz bizim memlekette.
mesela iki yüz gram et alabilirsiniz,
koyun eti,
ankara'da 23 sente,
yahut bir kilodan biraz fazla mercimek,
elli santim kefen bezi yahut,
yahut da bir aylığına
yirmi yaşlarında bir tane insan
erkek,
ağzı burnu, eli ayağı yerinde,
üniforması, otomatiği üzerinde,
yani öldürmeye, öldürülmeye hazır;
belki tavşan gibi korkak,
belki toprak gibi akıllı,
belki gençlik gibi cesur,
belki su gibi kurnaz,
(her kaba uymak meselesi)
belki ömründe ilk defa denizi görecek,
belki ava meraklı, belki sevdalıdır.
yahut da aynı hesapla mister dallas,
(tanesi 23 sentten yani)
satarlar size bu askerlerin otuzbeşini birden
istanbul'da bir tek odanın aylık kirasına,
seksen beş onda altısını yahut,
bir çift ıskarpin parasına.
yalnız bir mesele var mister dallas,
herhalde bunu sizden gizlediler.
size yirmi üç sente sattıkları asker,
mevcuttu üniformanızı giymeden önce de,
mevcuttu otomatiksiz filan,
mevcuttu sadece insan olarak,
mevcuttu,
tuhafınıza gidicek,
mevcuttu
hem de çoktan mı çoktan
daha sizin devletin adı bile konmadan.
mevcuttu, işiyle gücüyle uğraşıyordu,
mesela mister dallas,
yeller eserken yerinde sizin new york'un,
kurşun kubbeler kurdu o,
gökkubbe gibi yüksek,
haşmetli, derin.
elinde bursa bahçeleri gibi nakışlandı ipek.
halı dokur gibi yonttu mermeri
ve nehirlerin bir kıyısından öbür kıyısına
ebem kuşağı gibi attı kırk gözlü köprüleri.
dahası var dallas,
sizin dilde anlamı pek de belli değilken henüz
zulüm gibi,
hürriyet gibi,
kardeşlik gibi sözlerin,
dövüştü zulme karşı o,
ve istiklal ve hürriyet uğruna
ve milletleri kardeş sofrasına davet ederek
ve yarin yanağından gayri her yerde,
her şeyde,
hep beraber
diyebilmek için,
yürüdü peşince bedrettin'in…
o, tornacı hasan, köylü memet, öğretmen ali'dir,
kaya gibi yumruğunun son ustalığı,
922 yılı 9 eylülü'dür.
dedim ya, mister dallas,
herhalde bütün bunları sizden gizlediler.
ucuzdur vardır illeti.
hani şaşmayın,
yarın çok pahalıya mal olursa size
bu 23 sentlik asker,
yani benim fakir, cesur, çalışkan milletim,
her millet gibi büyük türk milleti.
 Nazım Hikmet

Adnan Bey-II


türküler söylendikçe türk diliyle
seni seviyorum gülüm, dendikçe türk diliyle
türk diliyle gülünüp
türk diliyle ağıtlar yakıldıkça, adnan bey,
ben anılacağım,
anılacak türk diliyle size sövüşüm.
tarlalarımıza girmiş değil sizin gibisi yaban domuzunun.
şehrimiz görmüş değil yangının sizden kanlısını.
bir adınız var, adnan bey, adımıza benzeyen.
dilimiz kuruyor dilimizi konuştuğunuz için.
bitten, açlıktan, sıtmadan betersiniz.
yüz türkiye olsa
elinizden de gelse
yüzünü de zincire vurur
yüz kere satarsınız.
milletimin en talihsiz gecesi
ana rahmine düştüğünüz gecedir.
Nazım Hikmet

Adnan Bey'e


Gözlerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki gözünüzle bakarsınız,
iki kurnaz,
   iki hayın,
         ve zeytini yağlı iki gözünüzle
                 bakarsınız kürsüden Meclis'e kibirli kibirli
                          ve topraklarına çiftliklerinizin
                                     ve çek defterinize.
Ellerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki elinizle okşarsınız,
iki tombul,
   iki ak,
        vıcık vıcık terli iki elinizle
            okşarsınız pomadalı saçlarınızı,
                    dövizlerinizi,
                           ve memelerini metreslerinizin.
İki bacağınızın ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki bacağınız taşır geniş kalçalarınızı,
iki bacağınızla çıkarsınız huzuruna Eisenhower'in,
ve bütün kaygınız
      iki bacağınızın arkadan birleştiği yeri
              halkın tekmesinden korumaktır.
Benim gözlerimin ikisi de yok.
Benim ellerimin ikisi de yok.
Benim bacaklarımın ikisi de yok.
Ben yokum.
Beni, Üniversiteli yedek subayı,
                   Kore'de harcadınız, Adnan Bey.
Elleriniz itti beni ölüme,
            vıcık vıcık terli, tombul elleriniz.
Gözleriniz şöyle bir baktı arkamdan
ve ben al kan içinde ölürken
           çığlığımı duymamanız için
                   kaçırdı sizi bacaklarınız arabanıza bindirip.
Ama ben peşinizdeyim, Adnan Bey,
ölüler otomobilden hızlı gider,
kör gözlerim,
          kopuk ellerim,
                     kesik bacaklarımla peşinizdeyim.
Diyetimi istiyorum, Adnan Bey,
göze göz,
ele el,
bacağa bacak,
diyetimi istiyorum,
alacağım da.
Nazım Hikmet 

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Yuvarlağın Köşeleri


-          Yaşadığını gör; yaşarsın.
-          Söylenmedik söz kalmamıştır: buna inanabilirim
Bütün söylenmiş sözler duyulmuştur: buna inanamam
-          - Büyük ne derse dinle.
-          Büyük kim?
-          Sus! Sana birisi sataşırsa, kaç oradan ağırdan al… Öyle her şeyi dümdüz söylme. Duygularını apaçık serme ortaya… Bırak o ne yaparsa yapsın… Sana ne… Sen kendine bak… Sana ne gerek onun bunun işi…
-          Sen neler anlatıyorsun bana?
-          Ben sizleri, senin gibileri yönetmek isteyorum da. Seni ona hazırlayorum.
-          İnsanın yininde “ameliyat” yapak için onu bayıltmak gerekir… Ruhunda yapmak için ayıltmak.
-          Güneşe gözlerini dikip bakarsan gözün bozulur… Gözlük takıp bakarsan güneş bozulur.
-          - Denize bak.
-          Baktım.
-          Denizi gör.
-          Bakmak kadar kolay değilmiş bu.
-          Denizi düşün.
-          Bunu yapamıyorum. Ben daha o kadar olmamışım.
-          Köprü insanın ahlakını sarsan buluşlardan biridir. Karşı kıyılara onun kolayca geçmesini sağlar…
Sağlar ama ayağına kadar gittikten sonra.
-          Ölü yaşayanlar yaşayan ölüleri çekemezler.
-          Doğdu, sevinçten ağladılar. Öldü, acıdan ağladılar…
O, bu arada yaşadı, hiç düşünmediler.
-          Umud, benim beslediğim… Beni besleyor sandığım…
-          Umud, yarını bugüne alır… Bugünü düne itmese…
-          En umudsuz pilot bile ileriye bakar… Umuda bakmaz.
-          Masallara dayalı bir kitap… İnananların çoğu akıl ile mantık ile işinde gücünde.
Akla dayalı bir kitap… İnananların çoğu işinde gücünde bile masallar içinde.
-          - Büyük adam geldi… Ben küçükleşir miyim?
-          Küçükleşipleşmemek sana bağlıdır.
-          Beni büyükleştirir mi?
-          Büyükleşipleşmemek sana bağlıdır.
-          Peki onun büyük adamlığı neresinde?
-          Seni böyle düşündürmesinde ilkin…
-          İnsanlığı yararı dokunmamış en büyük kurumlar siyasi partilerdir.
-          Özür dilemekle bir yanlışınızı düzeltebildinizse bilin ki o yanlışınız küçük bir şeydir.
-          Bir şeyden yana isen sen belki varsındır.
Bir şeye karşıysan sen gerçekten varsındır.
-          Kişi ödevinin yapmadıkça suçu devlette arar… Birkaç şey bulmakta gecikmez.
Devlet ödevini yapmadıkça suçu halkta arar… Birkaç kişi bulmakta gecikmez.
-          Sen onlara ne kadar benzersen o kadar kolay yaşarsın
Onlar sana ne kadar benzerlrse yaşaman o kadar kolaylaşır.
-          Yıllarca için için yandı. Bir gün yıkılıverdi. O zaman herkes ona –Yanmış! dediler… Yıkıldı değil…
-          Rüzgâr yelkensiz de olsa gene rüzgârdır. Ama rüzgârsız yelken bir bezdir.
-          Çevreme bakındım. Yalancıların çoğu unutkan ya da aptal… Kötü ve korkak.
Yalanı böylelerinin eline düşüren büyük zekalara kızdım.
-          Büyük yalan ustaları: Gerçekçilerin öncüleri.

Kök Faşizm



-          Ebedi Faşizm
· Kök faşizm ya da ebedi faşizm diye adlandıracağım olgunun bir dizi tipik özelliğini ortaya koymanın olanaklı olduğunu düşünüyorum. Bu özellikler bir sistem oluşturmaz; çoğu birbiriyle çelişir ve başka despotluk ya da fanatizm biçimlerinde de görülür. Ancak herhangi birinin varlığı, bir faşizm gölgesinin oluşması için yeterlidir.
1-      Kök-faşizmin ilk özelliği, gelenek kültüdür. Gelenekçilik, faşizmden çok daha eskidir. Fransız Devrimi’nden sonraki karşı devrimci Katolik düşüncenin tipik bir özelliği olmakla birlikte, klasik Yunan rasyonalizmine bir tepki olarak Helenistik dönemin sonlarında doğmuştur.
Akdeniz havzasında değişik dinlere mensup halklar(bu dinlerin hepsi Roma panteonuna hoşgörüyle kabul edilmiştir.), insanlık tarihinin başlarından alınmış bir vahyi düşlemeye başlamışlardı. Uzun bir süre, çoktan unutulmuş dillerin örtüsü altında yatan bu vahyin Mısır hiyerogliflerinde, Keltlerin runik yazılarında, henüz bilinmeye Asya dinlerinin kutsal metinlerinde saklı kaldığı varsayılıyordu.
Bu yeni kültürün senkretist olması gerekiyordu. Sözlüklerdeki tanımının gösterdiği gibi “senkretizm” yalnızca “değişik inanç ve uygulama biçimlerinin bileşimi” değildir. Böyle bir bileşimin çelişkileri hoş görmesi de gereklidir. Özgün mesajların hepsi bir bilgelik tohumu içerir ve farklı ya da bağdaşmaz şeyler söylüyor gibi görünmeleri, hepsinin alegorik olarak bir ilksel hakikate gönderme yapmasındandır.
Dolayısıyla, bilgelikte ilerleme olanaksızdır. Hakikat bir kez açıklamış olup bu açıklama sonsuza dek geçerlidir; bizim tek yapabileceğimiz şey, bu anlaşılması güç mesajı yorumlamayı sürdürmektir. Önde gelen gelenekçi düşünürleri bulmak için faşist hareketlerin programlarına bir bakmak yeter. Nazi bilgisi gelenekçi, senkretist, okült öğelerden besleniyordu. Yeni İtalyan sağının en önemli kuramsal kaynağı Julius Evola’da, Kutsal Kâse ile Sion Bilgelerinin Protokolleri, simya ile kutsal Roma ve Germen imparatorluğu iç içe geçer. İtalyan sağının, açık fikirliliğini göstermek için, son zamanlarda programına De Maistre, Geunon ve Gramsci’nin eserlerini de katması, senkretizmin açık bir kanıtıdır.
Amerikan kitapçılarının “New Age”(Yeni Çağ) başlıklı raflarına bir göz atarsanız, bildiğim kadarıyla faşist olmayan Aziz Augustinus’u bil bulabilirsiniz. Ama Aziz Augustinus’la Stonehenge’i birleştirmek, işte bu kök-faşizmin belirtisidir.
2-      Gelenekçilik, modernizmin reddi anlamına gelir. Hem faşistler, hem Naziler teknolojiye tapıyordu; oysa gelenekçi düşünürler, geleneksel ruhsal değerlerin yadsınması olarak gördükleri teknolojiyi genellikle reddederler. Ne var ki, Nazizm sanayideki başarılarından gurur duymuş olsa da, modernizme düzdüğü övgü “kan ve toprak”(Blut und Boden) üzerine kurulu bir ideolojinin yalnızca yüzeysel bir yönüydü. Modern dünyanın reddi kapitalist yaşam tarzının eleştirisiyle kamufle edilmişti; ama asıl reddettiği 1789 ruhuydu(ve elbette 1776 ruhu). Aydınlanma, Akıl Çağı, modern çürümüşlüğün başlangıcı olarak görülüyordu. Bu anlamda kök-faşizm, “irrasyonalizm” olarak tanımlanabilir.
3-      İrrasyonalizm, eylem için eylem kültün de dayalıdır. Eylem kendi başına güzeldir, öyleyse hiçbir biçimde önceden üzerinde düşünülmeksizin gerçekleştirilmelidir. Düşünme,  bir tür kısırlaşmadır. Bu yüzden eleştirel tavırlarla özdeşleştiği sürece, kültür kuşkulu bir olgudur. Goebbels’e atfedilen “ne zaman kültürden söz edildiğini duysam, tabancamı çekerim” sözünden, “domuz entelektüeller”, “yumurta kafalılar”, “radikal züppeler”, “üniversiteler komünist yuvasıdır” gibi sık sık kullanılan ifadelere varıncaya kadar, entelektüel dünyaya karşı güvensizlik, her zaman kök-faşizmin bir belirtisi olmuştur. Resmi faşist entelektüeller, modern kültürü ve liberal aydınları geleneksel değerleri terk etmekle suçlamayı görev bilmişlerdir.
4-      Hiçbir senkretizm biçimi, eleştiriyi kabul etmez. Eleştirel anlayış, ayrımlar yapar ve ayırım yapmak modernizmin bir göstergesidir. Modern kültürde bilim camiası, görüş ayrılığını bilgilerimi geliştirmenin bir yolu olarak görür. Kök faşizme göre görüş ayrılığı ihanettir.
5-      Ayrıca, görüş ayrılığı, çeşitliliğinin de bir göstergesidir. Kök-faşizm ise, farklılığın yarattığı doğal korkuyu kullanıp abartarak görüş birliği arar. Faşist ya da başlangıç aşamasındaki faşist bir hareketin ilk çağrısı, uyumsuzlara karşıdır. Dolayısıyla kök-faşizm tanımı gereği ırkçıdır.
6-      Kök-faşizm, bireysel ya da toplumsal düş kırıklığından doğar. Bu yüzden, tarihsel faşizmin en tipik özelliklerinden biri, ekonomik bir bunalım ya da siyasal bir aşağılanmadan rahatsızlık duyan ve toplumun alt kesimlerinin baskısından korkan düş kırıklığı içindeki “orta sınıflara” çağrıda bulunmasıdır. Eski “proleterler”in küçük burjuvalaştığı(ve lümpenlerin siyaset sahnesinden çekildiği) günümüzde, faşizm yandaşları bu yeni çoğunlukta bulacaktır.
7-      Kök-faşizm, toplumsal bir kimlikten yoksun insanlara biricik ayrıcalıklarının herkesin paylaştığı ayrıcalık olduğunu –aynı ülkede doğmuş olmak- olduğunu söyler. “Milliyetçilik”in kökeni budur. Ayrıca, bir ulusa kimlik verebilecek tek bir grup vardır: düşmanlar. Bu nedenle, kök-faşizm ideolojisinde, olasılıkla uluslararası nitelikli bir komplo saplantısı vardır. Faşizmin yandaşları kendilerini kuşatılmış hissetmelidir. Komployu açığa çıkarmanın en kolay yolu da, yabancı düşmanlığına başvurmaktır. Ama komplonun köklerinden biri de içeride olmalıdır; çoğu zaman Yahudiler, aynı anda hem içerideki hem dışarıda olmak gibi bir avantaja sahip oldukları için, en iyi hedefi oluştururlar. ABD’de komplo saplantısının son örneği, Pat Robertson’un The New World Order adlı kitabıdır.
8-      Faşizm yandaşları kendilerini, düşmanların gösterişle sergilenen zenginliğinden ve gücünden aşağılanmış hissetmelidirler. Çocukluğumda bana İngilizlerin “günde beş öğün yemek yiyen halk” olduğu öğretilmişti; daha yoksul ama ölçülü İtalyanlardan daha sık yemek yerlermiş. Yahudiler zengindir ve gizli bir dayanışma ağı sayesinde yardımlaşırlar. Gelgelelim, yandaşlar, düşmanları yenebileceklerinden de emin olmalıdırlar. Böylece, retorik ayarın sürekli değiştirilmesiyle, düşmanlar hem çok güçlü, hem de çok zayıf gösterilir. Faşist rejimler, yapıları gereği düşmanın gücünü nesnel olarak değerlendirmekten aciz oldukları için, savaşları kaybetmeye mahkûmdurlar.
9-      Kök-faşizme gör yaşamak için mücadele edilmez, “mücadele etmek için” yaşanır. Barışseverlik düşmanla işbirliği demektir; barışseverlik kötüdür, çünkü yaşam sürekli bir savaştır. Gene de bu tutum bir mahşer kompleksini de beraberinde getirir; düşmanları yenilgiye uğratmak zorunlu be olanaklı olduğuna göre, faşist hareketin dünyanın egemenliğini eline geçireceği nihai bir savaş kaçınılmazdır. Böyle bir nihai çözüm, ardından bir barış döneminin, sürekli savaş ilkesiyle çelişen bir Altın Çağ’ın gelmesi demektir. Hiçbir faşist lider bu çelişkiyi çözmeyi başaramamıştır.
10-  Seçkincilik her gerici ideolojinin tipik yönlerinden biridir, çünkü temel olarak aristokratik bir tutumdur. Tarih boyunca, bütün aristokratik ve militarist seçkincilikler zayıfların hor görülmesi anlamına gelmiştir. Kök-faşizm, “halkçı bir seçkincilik”i savunmazlık edemez. Her yurttaş dünyanın en iyi halklarından birine mensuptur, parti üyeleri en iyi yurttaşlardır, her yurttaş bir partinin üyesi olabilir(ya da olmalıdır). Oysa avam sınıfı olmadan, soylu sınıfı da olamaz. İktidarı demokratik yoldan değil, zorla ele geçirdiğini çok iyi bilen lider, gücünün kitlelerin zayıflığından kaynaklandığını da bilir. O kadar zayıftır ki kitleler, bir egemene gereksinme duyarlar. Grup, (askeri modele göre)hiyerarşik olarak örgütlenmiş olduğundan, her alt yönetici kendi altındakilere tepeden bakar, onlardan her biri de kendi altındakileri hor görür. Bu da kitlesel seçkincilik duygusunu güçlendirir.
11-  Böyle bir bakış açısından, herkes kahraman olmak üzere eğitilir. Her mitolojide “kahraman” sıradışı bir varlıktır; oysa kök-faşizm ideolojisinde kahramanlık olağandır. Bu kahramanlık kültü, ölüm kültüyle yakından bağlantılıdır; falanjistlere özgü sloganın “Viva la muerte!”(Yaşasın Ölüm) olması bir rastlantı değildir. Normal insanlara ölümün tatsız bir şey olmakla birlikte, ağırbaşlılıkla karşılanması gerektiği söylenir; inançlılara ise ölümün doğaüstü bir mutluluğa ulaşmanın acılı bir yolu olduğu belirtilir. Buna karşılık, kök-faşist kahraman, kahramanca bir yaşamın en güzel olduğu söylenen ölümü arzular. Kök-faşist kahraman, ölmek için sabırsızlanır. Şunu da belirtelim ki, bu sabırsızlığıyla daha çok başkalarının ölümüne yol açar.
12-  Sürekli savaş da, kahramanlık da oynanması zor oyunlar olduğundan, kök-faşist irade gücünü cinsel konulara aktarır. Kadınları küçük görmek ve bekârlık yemininden eşcinselliğe sıradışı cinsel alışkanlıkları mahkûm etmek demek olan machismo’nun kökeni budur. Cinsellik de oynanması zor oyunlardan biri olduğu için, kök-faşist kahraman fallusun ikamesi silahlarla oynar; onun savaş oyunları sürekli bir penis hasedinden kaynaklanır.
13-  Kök-faşizm, nitel bir halkçılığa dayanır. Demokrasilerde yurttaşlar bireysel haklara sahip olmakla birlikte, bir bütün olarak ancak nicel bir siyasal etkileri vardır(çoğunluğun kararına uyulur). Kök-faşizme göre bireylerin birer birey olarak hakları yoktur; “halk” bir nitelik olarak, “ortak irade”yi ifade eden tekparça bir varlık olarak algılanır. Sayısı ne olursa olsun hiçbir çoğunluk ortak bir iradeye sahip olamayacağından, lider onların sözcüsü gibi davranır. Yurttaşlar, temsil güçlerini yitirdiklerinden, eylemde bulunmazlar; onlardan yalnızca halk rolünü üstlenmeleri istenir. Dolayısıyla, halk teatral bir kurgudur. Nitel halkçılığa iyi bir örnek vermek için, artık Roma’daki Venedik Meydanı’na ya da Nürnberg Stadyumu’na ihtiyacımız yok. Gelecekte bizi nitel bir televizyon ya da internet halkçılığı bekliyor; bu halkçılıkta, seçilmiş bir yurttaşlar grubunun duygusal tepkisi “halkın sesi” olarak sunulup kabul edilebilecektir. Nitel halkçılığı dolayısıyla, kök-faşizm “çürümüş” parlamenter yönetimlere karşı olmak zorundadır. Mussolini’nin İtalyan parlamentosunda söylediği ilk sözlerden biri şu olmuştur: “Bu ruhsuz ve renksiz yeri, askeri birliklerim için bir ordugâha dönüştürebilirdim.” Aslına bakılırsa, Mussolini askerleri için hemen daha iyi bir yer bulmuş; ama kısa bir süre sonra parlamentoyu feshetmiştir. E zaman bir siyasetçi artık halkın sesini temsil etmediği gerekçesiyle, parlamentonun meşruluğuna kuşku düşürürse, kök-faşizmin kokusunu duyabiliriz.
14-  Kök-faşizm, Newspeak(yeni-dil) dilini konuşur. 1984 romanında kullanmak üzere Orwell’in icat ettiği yeni-dil, İngiliz sosyalizmi anlamına gelen İngsoc’un resmi dilidir. Bununla birlikte, kök faşizme özgü öğeler değişik diktatörlük biçimlerinin hepsinde ortaktır. Tüm Nazi ya da faşist okul kitaplarında, karmaşık ve eleştirel akıl yürütmenin araçlarını sınırlandırmak üzere, son derece kısıtlı bir sözcük dağarcığı ve ilkel bir sözdizimi temel alınıyordu. Ama, masum bir talk-show biçimini aldığında bile yeni-dilin başka biçimlerini teşhis etmeye hazırlıklı olmanız gerekir.
25 Nisan 1995
Umberto Eco